7 Şubat 2011 Pazartesi


Gözlerin ne renk?
Yüzün güzel mi?
Siyah saçlı mısın?
Tenin?
Adın Yunus mu mesela?
Ya da Deniz mi?
Derin mi?
Yoksa Emre gibi sıradan bir isim mi?
Yaran?
Çok mu kötü?
Öpsem biraz iyileşir mi?
Peki.

Üzülürsem annem kızar.

   Ben yalnız kaldım dün.

   Annem kızdı. Anlamadım. Ben de bağardım. Sonra "Birileri seni ağlatıyor kızım." dedi. Üzgündü. "Ama anne hep böyle olmayacak mı? Hayatım boyunca birileri ağlatacak beni."

   Anlaşamadık bir türlü. Ben de babama gittim.

  Üzerimde kat kat kazaklarla yorganıma sarındım. Baktım evde kimse üşümüyor benden başka. Şaşırdım. "Çok soğuk." dedim babama, "Yoo, normal aslında, biz üşümüyoruz." dedi. "İşte yalnızlık böyle birşey." yazdım en sevdiğim defterime.

   İstemeyerek yanına gittim. Bana birşeyler öğretmek için gelmişti. Öğretti de. Ama beklediğimden başka şeyler.

-Neyin var? İyi değilsin?
-Eh.
-Ders yapabilecek durumda mısın?
-Esas şimdi ihtiyacım var derse. Saçma sapan şeyler düşüneceğime dersi düşünmeliyim.

  Hayır, düşünmek gerekiyormuş. Düşünmeyince üzüntü yok olmuyormuş. Bir kenarda çoğalıp, beklemediğimizde saldırıp, hakettiğinden fazla değer görüyormuş. Bunu da dün öğrendim mesela. Üsteleyince anlattım. Üzüntümü doğru zamanda yaşayınca ona hakettiği değeri vermiş oldum hem. Ne eksik, ne fazla.

   Yalnız kalınca telaşlanmıştım. Bir de tuhaf biçimde üşüyordum. Bu gerçek; anlatınca ısındım. Yalnızlığım geçince farkettim, onu özlemişim. Çocukken hep yalnızdım mesela. O zaman telaşlanmazdım. Galiba etrafım insan dolunca onu arada seçemedim. Aslında o kalabalığın içinden beni izliyordu. Kalabalığın ne kadar gelip geçici, ne kadar sahte olduğunu anlayacağım anı bekliyordu. Anladım. Kalabalığı dağıttım.

   Öykü'ye, Görkem'e, Melike'ye ve İrem'e tek tek onları nasıl sevdiğimi anlattım. Gülümsediler bana. Yalnızlık hissi sonra görüşmek üzere güle güle gitti. Babamın evi güzeldi ama çok soğuktu. Kendi evime geldim bende. Sıcacıktı. Elimi kitaplığımın içine içimi döktüğüm şık defterler rafına attım. Kırmızı deri defterim çıktı piyangodan. Yazdım, yazdım rahatladım.


   Şimdi çok mutlu hissediyorum kendimi. Deli gibi mutlu değil ama. Huzurlu gibi işte.

2 Şubat 2011 Çarşamba

Periler ölmez ki...

   Tanrı bize ölümü hatırlatmak istedi. Defne'yi seven sevmeyen herkes bugün bir anlığına ölümü düşünüdü. Yaşlı insanların ölümüne inanılabilir, somutkan insanlarınkine de ama hem deli hem de genç birinin ölümüne kim inanabilir?

    Bugün milyonlarca insan ölüme hayret etti. Kiminin ki kısa sürdü, kimi dalga geçti, kimi gerçekten üzüldü ama hepsi bugün ölümün ne kadar tuhaf birşey olduğunu düşündü.

 

   Ben Sihirli Annem'le büyüdüm. Betüş'ü hiç sevmedim. Eda benim idolümdü. Hayranlıkla izlerdim onu. Hele anne olduktan sonra öyle kıskanmıştım ki kızı Toprak'ı. "Benim annem de böyle deli dolu olsaydı keşke." demiştim. Sonra Defne de anne oludu. Nasıl sevinmiştim oğlu adına. Şimdi düşünüyorum da oğlunu...

 


  Ben hala inanmıyorum öldüğüne. Bulutların üstündeki şatosundan ağlayarak oğlunu izliyor şu an...
O da üzülmüş ölümüne.