4 Aralık 2010 Cumartesi

salonda oturmuş, karanlıta hayal kuruyorum. yan oda da annem var. birden aklıma Derya'nın "o.facebook.com" hikayesi geliyor. sonra Bahar'ın ağlarken aynaya bakması falan. kahkahalar atmaya başlıyorum. annem ne olduğunu soruyor gülmekten anlatamıyorum. halıda kıvranıyorum. "sevindim hoş vakit geçirmenize." dedi annem. bunu kaç kez söyledim bilmiyorum ama iyi ki varsınız :)

2 Aralık 2010 Perşembe

anlaşı verip küslük alıyoruz

Anlaşmak! İki insanın birbirine verebileceği en güzel hediye…
İnsan derinlere indikçe karmaşıklaşıyor. Anlatmak güçleşiyor. Anlamak güçleşiyor.
Taa derinlerden seslenmiştik birbirimize ve duyuşmuştuk bence?
Ne kadar değerli şeyleri hiçediyoruz. Anlaşı verip küslük alıyoruz. Gözyaşı alıyoruz. Farketmiyoruz bile. Başımızın üzerinde taşımamız gereken birşeyi artık yalnızca erişemeyeceğimiz kadar uzaklarda başkalarının ellerinde, seslerinde, yaşantılarında görmek tuhaf gelmiyor. Başta. Özledikçe yabancılaşıyoruz. Hikayeyi en baştan okuyoruz. “Biz bu kadar anlaşırken n’oldu, ne zaman oldu?”lar başlıyor. Pişman oluyoruz. Küslüklerimizi verip anlaşı almak istiyoruz. Ama alamayız ki, nasıl alalım artık?
Hayat aslında bir tefeci.
Artık sen anlatmıyorsun. Artık ben anlatmıyorum. Biz artık anlaşmıyoruz.
Maalesef.

1 Aralık 2010 Çarşamba

PuCCa'nın kitabıyla dil anlatım ödevi de yapılır!

Kitabın adı: Küçük Aptalın Büyük Dünyası
Yazarı: PuCCa
Yayınevi: Okuyan Us (2010)
Sayfa sayısı:357
Özet:
 PuCCa kendisini döven erkek arkadaşından ayrıldıktan sonra İzmir'e babasının evine döner. Mesleği televizyonculuk olan PuCCa İzmir'de yerel bir kanalda işe girer. Pekmez'le orada tanışır. Pekmez çok yakışıklıdır. PuCCa hemen Pekmez'i tavlamak için harekete geçer fakat Bayan Kaltak da Pekmez'in peşindedir. Uzun bir soğuk savaşın ardıdan Pekmez'i PuCCa kapar. Bir süre sonra pekmez İstanbul'a taşınır ve ayrılırlar. PuCCa, Pekmez'in yokluğuna dayanamaz. Birkaç günlüğüne işten izin alıp İstanbul'a, Pekmez'e sürpriz yapmaya gider.  Orda barışırlar. PuCCa İstanbul'da birkaç iş başvurusunda bulunur. Fakat bir yanıt gelmeden PuCCa ile Pekmez kesin olarak ayrılırlar. Daha sonra PuCCa'ya İstanbul'da bir şirketten teklif gelir. PuCCa kabul eder ve İstanbul'a taşınır. Yeni işyerinde Pekmez'in en yakın arkadaşı Erik de çalışmaktadır. Yeni arkadaşı EsmaCeyhan Erik'e aşıktır. Erik ve PuCCa birbirlerinden nefret ederler. Ne var ki bir süre sonra nefret aşka dönüşür. Sevgili olurlar. İlişkilerini bir süre gizlerler. Sonra açıklarlar. Erik ve Pekmez'in arası bozulur. Bu arada Pekmez başka bir kızla evlilik hazırlığı yapmaktadır. Erik PuCCa'ya yüzük verir. PuCCa evlilik hayalleri kurarken Erik İngiltere'ye taşınmaya karar verir. Erik gider.

30 Kasım 2010 Salı

"BİR KÜRK 10 HAYVANDAN YAPILIR; 1 HAYVAN GİYER..."

 Öncelikle bu muhteşem söz hangi zekanın ürünüyse ellerinden öperim.


 Yanılmıyorsam bir sene kadar önceydi. Dayım ve sevgili eşi tatilde annanemlere gelmişlerdi. Biz de annanemlerin alt dairesinde oturuyoruz zaten. Her tatilde görüyorum o pislikleri.
 O zamanlar seviyorum onları, bilmiyorum içlerinde uyuyan şeytanı. Girdim salondan, sarıldık. Kadının ikinci cümlesi "Kürk işine girdik!"(harikabirmüjdeverenkadınsesi) Ben sandım şaka yapıyor dedim "Hadi canım siz o kadar iğrenç olamazsınız!" o andan beri hiç hoşlaşmayız birbirimizden.
 Bir de bu zalım, kursa mursa gitti bu iş için. Kurs Ankara'da diye bizde kaldı o süre zarfında. Bu salak gidiyor orda öğrendiği insanlık dışılıkları geliyor gülümseyerek anneme anlatıyor. Ben de televizyon izlemek istediğim zamanlar bunun anlattıklarını dinlemek zorunda kalıyorum. En sonunda dedim ki ben de "Bari benim yanımda anlatma, rahatsız oluyor." (ricaedenkızsesi). Bu kadın kafasını çevirip bana 'sana ne bücürük istediğimi istediğim yerde anlatırım hem misafirim hem büyüğünüm saygı göstereceksin bana bakışı' fırlattı. O an bitti benim için.
 Bazen plan yapıyorum evlerine gideyim bir şekilde kaçırayım hayvancıkları diye ama bir aksilik oluyor oluyor gidemiyorum. Bir de başarısız olursam bunalıma girerim. Babam da "Gitme." diyor, "Bağlanırsın hayvancıklara sonra çok üzülürsün." Tabii o bilmiyor planlarımı. Off...
 Nefret ediyorum ikinizden de!

29 Kasım 2010 Pazartesi

O kız ve ben birbirimiz gibiyiz.

Uçan bir yatağım var benim. Birlikte tüm galaksiyi dolaşıyoruz biz. Biz işte: yatağım, ben ve bir tane daha ben. Ben benle hiç anlaşamam. Gıcık mıdır nedir? Herşeye mualefet! Ama ben beni o kadar çok severim ki hatta kendimden daha çok severim. Yorgun düşeriz gezegen gezegen dolaşırken, birbirimize sokulup uyuruz sonra.
Yatağım, ben ve bir tane daha ben

Yaptım.

Çünkü ben çocuğum. Çünkü ben ne üzgün ne de mutluyum. Çünkü ben ne aşkım ne de aşığım. Çünkü ben yalnız değilim. Çünkü ben yalnızım. Çünkü ben kötüyüm. Çünkü ben iyiyim. Çünkü ben bazen haksızım. Çünkü ben hep haklıyım. Çünkü ben doğruyum. Çünkü ben kusurluyum. Çünkü ben senin gibi melek, onun gibi şeytan, bizim gibi muhteşem, onlar gibi berbatım. Çünkü ben insanım ve sen insansın ve biz farklıyız ya da çok aynıyız. Çünkü biz belki de!? 



Çünkü ben… Şey, ben… Ben, bazı şeyleri kendime bile itiraf edemeyek kadar insanım.

26 Kasım 2010 Cuma

hoop bir de bakmışsın sen takıntılı bir insanmışsın

 Önce görürsün. Belki önemsemezsin. Ama nasıl olursa olur kanına karışır. Sen bile anlamazsın. Şaşırsın. Onu düşünmeye başlarsın. Onu konuşmaya başlarsın. Umutlanırsın, umutlanırsın, umutlanırsın. Derken aşık olursun. Sapığı olursun. Her gittin yerde ona bakarsın. Peşinden gidersin. Farketsin istersin. Konuşsun istersin. Minik bir diyalog yerden yükselmene sebep olur. Sonra bi takım fırsatlar geçer eline. Ya da geçmezler. Geçerlerse kaçırırsın kesin. Geçmezlerse de yapacak birşey yoktur. Pişman olursun. Ağlarsın. Suçu başkalarına atarsın. Küfredersin. Lanet edersin. Ettiğin laneti geri alırsın. İyiliğini dilersin. İkinizin birlikte iyi olmasını dilersin. Dilersin, dilersin, dilersin. Anlatırsın, anlatırsın, anlatırsın. Susmak istersin susamazsın. İnsanlar seni yargılarlar. Ya da sana öyle gelir. Seni ezik gördüklerini düşünürsün. Sen kendini ezik görürsün. Ezilirsin, ezilirsin, ezilirsin. Eline sinek konsa bahane eder ağlarsın. Aklına gelir olur olmadık ya da hiç çıkmaz. Yemek yerken aklına gelir mesela ağlarsın. Ağlarsın, ağlarsın, ağlarsın. Yolda sevgilileri görür ağlarsın. Mesaj atarsın. Ararsın. Bir yol ararsın. Bakmasa bile kafasını o tarafa çevirdi diye mutlu olursun. Her anınızı kafanda tekrar tekrar oynatırsın. Öldüğünü hayal edersin. Üzülür vazgeçersin. Sana geldiğini hayal edersin. Çok pişman olduğunu hayal edersin. Mesaj atarsın. Ararsın. Mesaj atarsın. Ararsın. Bişey olmaz. Tek tek bütün yollar kapanır. Sonra bilirsin ki yine bir şey olmayacak ama mesaj atarsın. Ararsın. Kızarsın. Bedduaedersin. Tövbe edersin. İyiliğini dilersin. Derken bir bakmışsın sen takıntılı bir insansınmışsın.

Hepsini anlıyorum. Bana da oldu. Etrafındaki herkese bir benzeri oldu.

Anlıyorum, anlıyorum ama ağlarken sana sarılmaktan başka birşey gelmiyor elimden.

İyi ki dostumsun.

25 Kasım 2010 Perşembe

"niye gülmeyelim yanlış şeye inanıyorlar!"

 Biz okulun üç sosyal sınıfından biriyiz. Besleme muamelesi görürüz. Sınıfımız okulun en ücra köşesindedir, koridoru karanlıktır, yapayalnız, kaderine terk edilmiştir, nöbetçi öğretmeni bile yoktur. Hatta bizim sınıfın öğretmeni yoktur. Sınafa gelip kırk dakika hayal kuran, uyuyan, bilmem n'apan ve bunun karlığında para alan insanlar gelir bizim sınıfa 'öğretmen' sıfatıyla. Yaaa. (gözleridolmuşküçükemrahbakışlıtatlıkızsuratı)
 Ama mesele öğrencilerinde. Hepimizin tek bir ortak noktası var: TEMBELİZ
 Sosyal sınıfı seçilmiş öğrencilerden oluşur. Ben mesela isteyerek geldim oynaya oynaya ama başka birşey isteme gibi bir lüksüm yoktu zaten. Kafam ancak bu derslere basıyordu ve ancak bu bölümü seçebiliyordum. Bunu da ilk kez size söylüyorum. Okulda hep isteyerek geldiğimi söylerim sadece ki yalan değil. Ama ben sınıfın genelinden üstün görüyorum kendimi. Kafam onlara göre daha aydın. Öyle kafalar var ki:

 Tek doğru dürüst öğretmenimiz bizim Uğur hoca. Öyle bir adam ki adama uzaktan bakıyorsun ve anında "Bu adam kesin öğretmendir, hatta kesin tarih öğretmenidir ve hatta babaç bir tarih öğretmenidir." diyorsun. Ben demiştim...
 Uğur Hoca diğer sözde öğretmenler gibi milattan kalma, yarısı unutulmuş ezberleri gelip bize iki dakikada anlatır gibi yapıp  otuz sekiz dakika camdan dışarı bakan adamlardan/kadınlar olmadığı için,  NTV Tarih gibi dergileri takip ettiği için uzun uzun bize şamanizmin, budizmin ayinlerini, geleneklerini anlatıyordu. Ben de çok sinirli olduğu halde ilgiyle dinliyordum. Çok ilginç gelir bana bu konular.
 Ama kulağım arka çaprazımda oturan G(nötr) ve B(yüzüzerindenseksen)'da. Gülüp duruyorlar hocanın anlattıklarına. "Aaa ne salak insanlar. (katılakatılagülenonaltıyaşındaikikızsesi)" diyorlar. Benim de böyle durumlarda insanlara müdahale etmek gibi bir huyum var. (Zaman zaman sevdiğim bir huyumdur.)
 Döndüm ve dedim ki "Neden gülüyorsunuz? İnsanların inancı bu." G dedi ki "Niye gülmeyelim? Yanlış şeye inanıyorlar."
 Bu hikayeyi bilmem kaç sene önce ünlü ya da bu hikayeyle ünlü olmuş bir filozof  anlatsa felsefe hocamızdan dinlerdik büyük ihtimalle. Önemli bir mesajı var. Ama ne yazık burada bitmedi.
 Dedim ki ben de "Ama sana göre yanlış. Ona göre de senin ina..."
"Yaa bırak! Sonuçta bi doğru var!"
"Ama sana göre bir do..."
"Sana bir doğru var diyorum. O inansa da inanmasa da tek doğru Allah!"
Allaaaaaaaah!
İşte beni tiksindiren kafa biçimi. Bu benim anlayamadığım bir kafa biçimi. Bu çok acayip bi kafa biçimi. Bu... Bu kafa biçimi...
Yazık.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Bir sağırın dünyasına konuk olmak istiyorum

 Benim kör bir arkdaşım var. Adı İsa. Hep şükreder haline. Ben mesela onun yanında hayatın boktan olduğunu söyleyenlere inanamam. İsa'dan utanır insan. Siz kendinizi düşünün onun yerinde. Onun gibi şükredebilir miydiniz halinize. İşte esas büyüklük bu. İsa benim hayata bakışımı değiştirdi. Bazen derler "Ne kadar pozitif birisin sen öyle." derim ki "İsa'nın arkadaşıyım."
 Vee aynı şekilde ben de İsa'ya olumlu pek çok etkide bulunmuşum. Öyle diyor. Bu varya benim hayatımda aldığım/alacağım enn güzel iltifat.
 "Çok güzelsin."
 "Of çok komiksin."
 "Ne güzel konuşuyorsun."
 "Manyak mısın kızım sen yaa. Hahahahah!"
 Ne kadar küçükler İsa'nın söylediklerinin yanında. Bir İsa'nın
 "İyi ki varsın..."ı bir de kuzenimin "Sen çok iyi bir insansın ya."sı
 Egomu tatmin etmek istedikçe bu anları hatırlarım.
 Gelelim konumuza.
 Kafaya taktım bir sağırla arkadaş olcağım. Sağır kelimesini tercih ediyorum çünkü 'özürlü' değiller, -özür dilemeleri gerek bir durum yok- ve 'engelli' olmamalılar. Camadamın dediği gibi engelleri biz koyuyoruz.
 Nereden bulacağım ne yapacağım bilmiyorum ama çok istiyorum sessiz bir dünyaya konuk olmak.
Hikayesi farklı insanları seviyorum ben çok seviyorum. Nasıl merak ediyorum içlerinden geçenleri. Böyle kendine güvenen biri olsa ne güzel olur İsa gibi. İsa'ya körlerle ilgili istediğinizi sorabilirsiniz mesela. Şaka yapabilirsiniz "İsa bak ne komik çıkmışım heheheheh." diye. Bunlar onu üzmez aksine mutlu eder. Bize de onun dünyasına konuk olma fırsatı verir.
 Bir sağırın dünyasına konuk olmak istiyorum.
 Onunla vakit geçirmek, mesajlaşmak, altyazılı film izlemek, yazışmak, bakışmak, ritim tutturmak, dans etmek istiyorum. Çok yakın arkadaşım olsun istiyorum.

20 Kasım 2010 Cumartesi

nasılsın?

Sanal ortamda gerçek bir "Nasılsın?"la karşılaştım bugün. Cevapladım:


bu soruyu bir süredir soran yoktu. teşekkür ederim. kapana kısılmış hissediyorum. hepimiz öyleyiz. şimdiki zamanlarımı hepimiz gibi hep geleceğe vermiştim. dur! demek istiyorum. dur artık verme! ya yarın ölürsen? ama duramıyorum. yine her sabah kalkıp okula gidiyorum. öğrenmek istemediğim şeyleri de öğreniyorum. kafamı virüslerle dolduruyorlar ve ben dur diyemiyorum. kendimi bildiğimden beri dayatılanlar var ve doğru ne bilmiyorum. yani "nereden biliyoruz ki mavi dediğimiz rengin gerçekten mavi olduğunu. kim demiş ki?" gibi sorgulamaların kocaman boyutta olanlarını yapıyorum içimde ve ağır geliyor. kafam karman çorman işte böyle. bilmiyorum.

19 Kasım 2010 Cuma

yaşıyorduk. yaşayacağız. yaşıyoruz?

Tanıdığım herkes başka zamanlar için yaşıyor.
Geçmiş zaman. Gelecek zaman. Şimdiki zaman?
Şimdiki zaman için yaşayan birini arıyorum. Bana da öğretmeli. Ya da kendim öğrenmeliyim. 
Dün bugünü hayal ediyorduk, bunun için çabalıyorduk. Gerçek oldu mu hayallerimiz? Olmamıştır çoğu. Eee?
O zaman şimdiki zamanı yaşasak daha mantıklı. Elimizdekikere bakıp mutlu olsak… “Benim çalışan iki kulağım var.” diye mutlu olsak mesela, hemen açıp bir şarkı dinlesek.
Neden olmasın ki?
“Benim bir köpeğim yok.” diye üzülebiliyorsak durduk yere, neden olmasın?
İleride çok paramız olsun diye öğrenmesek mesela öğrenmekten mutlu olduğumuz için öğrensek ne güzel olur.
Yarına paramız kalmayacak diye lunaparka gitmek yerine evde televizyon izlemesek mesela.
Ya yarın ölürsek?

Lunaparka gitmeden öldüğümüze üzülmez miyiz o zaman?

10 Kasım 2010 Çarşamba

itiraf etme eylemi ve faydaları

bakın ben bugün bişey daha öğrendim:

İtiraf etmeyi.

İtiraf etmenin faydaları saymak bitmez. İçinde barış, özgüven, huzur, mavi, güneş ışığı ve çeşitli vitamin ve mineraller barndırır. Düşünce yoluyla edilir. Kimi zaman elde ya da dudakta hareketlenmelere sebebiyet verebilir. Ancak bu sizi endişendirmesin. Bu doğal bir durum. İtiraf etme eylemi eğer el, dudak gibi organların hareketlenmesine neden olmuşsa büyük olasılıkla güzel sözcükler bir araya gelmiş demektir. Çoğu zaman anlatılanlar kirli olabilir ancak söylenen/yazılan temizdir. Çünkü itiraf etmek oldukça sancılı bir eylemdir. Her baba yiğidin harcı değildir. İtiraf eden insan taktir edilmelidir. İtiraf etme eylemi sonucunda çoğunlukla kişi vicdanda rahatlama, huzur bulma gibi olumlu etkileri anında hisseder. Yalnız dikkat edilmesi gereken bir konu var. İtiraf edilen şeyin niteliği çok önemli. İtiraf edilen her şey vicdandaki sızıya büyük bir etkide bulunmayabilir. Ayrıca itiraf edilen ne olursa olsun, önce kişi kendisini inandırmalıdır.

8 Kasım 2010 Pazartesi

ben bana inanıyorum da annem inanmıyor ki

Bana olan güvenin sarsılmış gibi davranma. Sarsılması için bi güven olması gerekiyor çünkü. YETER ARTIK! Ben umutla geceleğimle ilgili planlar yaparken, hayaller kurarken, kendime inanırken, arkadaşlarım bile bana inanırken... SEN BENİM ANNEMSİN! Herkes inanırken neden sen?

"Sen hatırlar mısın bilmem, bi Zeynep vardı. İki kızı vardı. İkisi de liseyi bitirdi de okumadı sonrasında."

"Şu meslek edindirme kurslarına mı yazılsan. Kızım anlıyorum okumaya niyetin yok da bi altın bileziğin olsun."

"Okuma kızım okuma."

Ben okuyacağım. Üniversite gideceğim ve diplomalı cahillerden olmayacağım. O zaman sen ne söyleceksin? İnan ne söyleceğin umrumda bile değil. Ne söyleceğin umrumda olsaydı şimdiye kadar temizlik falan öğrenmiştim. Evlere temizliğe gitmek için.

Bana inan! Ben kendime inanıyorum!

Yalvarırım bana inan. Sen annemsin...

6 Kasım 2010 Cumartesi

teselli

Eğer içinizde birşey sıkışıyorsa. Sıkışıyor ve patlatamıyorsa derinizi, Güneş tam tepedeyken, hele bir de bulutsuzsa gökyüzü o gün, kollarınızı ve bacaklarınızı açıp çırılçıplak yatın toprağa sırtüstü. Bırakın Güneş geçsin içinizden, kemikleriniz yumuşasın ve nur dolaşsın damarlarınızda. Güneş bu, bilir işini ve bulur sıkışıklığı zaten. Bir de bakarsınız siz farketmeden patlamış deriniz. Rahatlarsınız biraz. Bir de yaraözüyse sıkışıklığa sebep, yaşadınız.
Yaraözü kurumadan toprakla karıştırılırsa hayal olur. Hamurumsu bir madde olan hayali, hayal edebildiğiniz herşeye dönüştürebilirsiniz. Kanat yapabilirsiniz mesela. Güneş de biraz kurutup omuzlarınıza takar uçarsınız o zaman. Uçacak bir yeriniz varsa…
Yaralanmadan uçulamaz ki. Uçmadan gidilemez yerler bilinemez ki o zaman da.

...

Böcekler başkaldırdılar!
Dünya üzerindeki -nerdeyse- bütün böcekler balta girmemiş bir yağmur ormanında gizlice toplandılar. Yumurtalar yuvarlana yuvarlana, kimi sürüne sürüne, kimi de uçarak geldiler. Ama -neredeyse- hepsi geldiler. O dev gibi ağaçlar var ya, böceklerle kaplandılar ve bir bok böceği elinde bir megafonla seslendi ordusuna:
“İnsanlar!” dedi “Çok oldular!”
Böcekler heycanlandılar. Tiz bir ses çıkardılar. Tüm kıta insanları beyinlerinde duydular bu sesi.  Bu bir başlangıçtı.
Dev gibi ve parlak cüssesi büyüleyince -neredeyse- tüm böcekleri, Başbokböceği dediler ona ve dağıldılar. Doğmuş, ölümüş, ölecek, doğacak -neredeyse- tüm böcekler anlaşmışlardı. Hep birbirlerine hem doğaya düşman bir canlı grubuna karşı -nerdeyse- tek yumruk oldular.
Hepsi görev yerlerini alınca Başbokböceği ‘yık!’ emri verdi. Bağıra bağıra, ısıra ısıra, soka soka ilerlediler. İnsanlar hiç olmamış gibi olana kadar dünya, arılar kamikaze uçtular, karıncalar ısırdılar. Sinekler beyin yediler hep bir olup. Hepsinin gözünü Başbokböceği bürümüştü. İyi insan mı, kötü mü diye sormadılar.
Ve tek bir insan kalmadığında yeryüzünde böcekler yıktılar insan işi herşeyi de. Böcek işi şeyler yaptılar hep.  Yükseklere oturttular Başbokböceğini. Hepsi tanrı bildi onu. Neredeyse hepsi…
Çıkarttılar birgün Uğurböceği Beyi’ni Başbokböceği’nin karşısına. Sordu
“Neden tapınmıyorsunuz bana!?”
“Sırf insan diye öldürdün. Hep öldürdün. Bir insan sırf Yahudi diye öldürmüştü. Hep öldürmüştü. Fark etti mi? Gerekçen neydi? ‘İnsanlar çok oldular.’ Sen bok olmadın mı?”
Uğurböcekleri hiç olmamış gibi oldu dünya sonra.
Ve birgün…
Kuşlar başkaldırdılar!

yüzsüz



Zamanlardan bir zaman, aslında her zaman bir eşi ya da çok benzeri olan maskeden bir adam varmış.
Her sabah kalkar maskeliğini açar süzermiş askıdaki maskelerini. Nasıl haz alırmış… Bırak yüzünü, en alttaki maskeyi bile görse bir yerde tanımazmış adam.
Kendi yüzünü bilmeyen bu adam, giyer parlak maskeleri aynada bakarmış sözde kendine. Yüzlerce maske takarmış üst üste. Bazıları hiç değişmez, bazıları gününe, adamına, zamanına göre değişirmiş. Üst üste maskeler takması beklenmedik anlardanmış.
Fani dünya… Bir gün ölmüş adam. Soymuşlar yıkamak için. Ne kadar çok maskeyle gezdiğine şaşmışlar. En son insan yüzüne ulaşmışlar. Sonra birde bakmışlar, o da maskeymiş! Çıkarmışlar. Anlamışlar.
Yüzsüz adamı kefenlemişler.
-Nasıl bilirdiniz?
-İyi bilirdik.
-Yalancının?

biliyor musunuz ben gülerken çok güzel olurum

Gülen insanların gözleri parlar çünkü, gözleri çok güzel olur. Gözleri güzel insanlar hep güzeldir. Burnu kemikliymiş, bacakları çarpıkmış ya da kulakları kepçeymiş bakmaz kimse, gözlerine bakar herkes.
Ben dün sabah gökyüzüne uyandım. Mutlu oldum. Göklerde dolaştım hep, herkes beni yerde sandı. Dans ettim hep “müzik yok ki” dediler. Onlar duymadılar ama müzik vardı. Henüz kimsenin bestelemediği bana özel, bana güzel… O benim şarkımdı. Ben göklerde dolaşırken hep onu dinlerim kalbimi açıp.
Bugün beni görmeliydiniz, çok güzeldim çok.